×

Warning

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 587

25 Jul 2013

Bir Bâcıyân-ı Rûm'un, Müjgân Cunbur'un Ardından

Millî Kütüphane emekli genel müdürü Müjgân Cunbur; 26 eylül 2013 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu.

 

Kimdi Müjgân Cunbur?

 

O, bâcıyân-ı Rûm (Anadolu bacıları) zincirinin yakın dönem halkalarından biriydi. Bolu’nun Mudurnu ilçesinde doğmuş bir babanın ve İstanbullu bir annenin kızı olarak 1926 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Bu minik kız çocuğunun doğuştan bir bacağı, bir kolu ve bir eli çalışamaz durumdadır. Çocukluk yıllarından itibaren birçok ameliyat ve tedavi safhasından geçer. Ama o, ilerleyen yıllarda çelik bir irade ile bu arızaların üstesinden geldiğinden onu tanıyanlar bu durumu kısa bir müddet sonra fark etmez olurlardı. Müjgân Cunbur; bu eksiklikleri kendi içinde telafi etmiş; beden denilen kalıbın üstüne çıkmıştı.

 

Baba Salim Cunbur, Millî Mücadele Yılları’nın silah üreten ustabaşılarındandır. Ülkenin zor günlerinde Mustafa Kemal’in davetiyle Ankara’ya gelen bu ihlaslı usta; bu kız evlat için bir gurur vesilesi olacaktı. Anne Seniye hanım; dar imkânlar içinde ocağını mutluluk içinde tüttürmüş faziletli bir kadındı. Müjgan Cunbur anne ve babasını her daim büyük bir hürmetle anar, onların çeşitli meziyetlerinden hasret ve minnetle bahsederdi.

 

Onu ilk defa Atatürk Üniversitesi hocalarından merhum Prof. Dr. Kaya Bilgegil’in asistanı olarak çalışmaya başladığımın ikinci ayında tanıdım. Ankara Kumrular sokakta yer alan o zamanki Millî Kütüphane’de “Türk Yurdu” dergisi koleksiyonlarının Millî Mücadele yıllarına tekabül eden sayılarındaki manzumeleri derlemek maksadıyla iki bölüm elemanı ile birlikte görevlendirilmiştim. Tam da o sırada tadilat çalışması yapılmakta olduğundan kütüphane okuyuculara kapalıydı. Fakat Erzurum’dan bir aylığına görev izniyle gelen bu genç araştırmacılar için bir kolaylık sağlandı. Toz, toprak ve gürültü içindeki o ortamda bizlere küçük bir yer tahsis edildi. Bu gayeyle bir ay boyunca iki diğer meslektaşımla birlikte hummalı bir şekilde dergi tarayarak; şiirleri eski yazıdan günümüz alfabesine aktardık. Kütüphane müdiresi Müjgân Cunbur; güçlükle ve yardımla otomobilden inebilen ve ancak bastonla yürüyebilen bir hanımefendiydi. Bu çalışma dönemi içinde onu ancak birkaç kere uzaktan görebildim.

 

 

 

Daha sonraki yıllarda o müdire hanımı ailevi sebeplerle yakından tanıyacaktım. O, herkes gibi benim de Müjgân ablam olacaktı. Onun hayat üslubuna kısa mesafeden şahit olacak, ömür serüveninden bazı kesitleri bizzat kendi ağzından dinleyecektim.

 

Müjgân abla; Kumrular sokaktaki mütevazi Millî Kütüphane’yi ülkemizin şanına yakışır bir binaya ve donanıma kavuşturmak adına çok çalışmış; büyük bir kararlılık ve mücadele ortaya koymuştu. Yukarı Bahçelievler semtinde yer alan bugünkü Millî Kütüphane’nin inşasında ve düzen alışında önemli ölçüde pay sahibi olmuştu. Müzik arşivinden konuşan Kitaplığa, sergi salonlarından ilmi toplantılar yapılan birimlere kadar zengin muhtevalı bu ocağın teşekkülündeki her aşamada hadsiz hesapsız bir fedakârlık ortaya koymuştu. Pek tabii olarak da onun adı Millî Kütüphane ile özdeşleşmişti. Yurt dışına çıkan veya ülke içinde olup da kıymeti takdir edilemeyen Türkçe el yazmalarını ve nadir eserleri Milli Kütüphane’ye kazandırmak adına ferdî bir seferberlik ilan etmişti. Bu arada Türkiye’nin en zengin ikinci (Süleymaniye Kütüphanesi’nden sonra) “Türkçe El Yazmaları” kütüphanesinin bu birimin çatısı altında bulunduğunu ifade edelim. Bu arada dünyanın birçok ülkesinde mevcut bulunan Türkçe el yazmalarının bugün hâlâ tam bir envanterinin bile çıkarılmamış olduğunu esefle hatırlayarak bu bahsi geçelim.

 

Müjgân abla ülkesine ve ülkesinin değerlerine ölesiye bağlı bir kimseydi. İçten içe yanan garazsız ivazsız bir iman ve hesaba vurulmaz bir vatan sevgisi ona yaşama şevki ve başarma azmi veriyordu. Bedenî sıkıntıları daimî surette acı vermekte, fiziki şartları onu sınırlı bir hareket kabiliyetine mahkûm etmekteydi. Ama o bu ıstıraba ve mağduriyete rağmen aynı zamanda pek çok işe yetişmekten geri durmadı. Türk kültür ve edebiyatını konu edinen bir çok kitap ve makale çıkardı. Derneklerde faal üye olarak çalıştı. İleri yaşlarına kadar evinin işlerini önemli ölçüde kendisi gördü. Ne yalnızlıktan, ne de çektiği ağrılardan dolayı şikâyet ettiğini, mahrumiyetleri ile ilgili her hangi bir hoşnutsuzluk hâli gösterdiğini gören olmamıştı.

 

Her anlamda ölçülü ve hesaplı yaşayan bu insanın eli de kapısı da her uzanana açıktı. Barbaros bulvarı üzerindeki evinde her hafta muntazaman Mesnevi toplantıları yapmakta, talep edenlere Osmanlıca dersi okutmaktaydı. Misafir ağırlamaktan, ikramda bulunmaktan ve ihtiyacı olana el atmaktan büyük mutluluk duyardı. Gençleri evladı, çocukları da torunları yerine koyarak büyük bir muhabbetle bağrına basardı.

 

Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, dört ayaklı bir proje başlatmıştı. Projenin “Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi” ayağında Müjgân abla proje başkanı olmuştu. Bu satırların âciz yazarı da işin mutfağı da dahil pek çok basamakta görev alarak çalışmaya koyulmuştu. Proje başkanımız, her sabah dokuzdan akşam on dokuza kadar hiç aralıksız çalışırdı. Öğle tatillerinde küçük bir parça ekmekle peynirden ibaret azığını çıkarır, bir bardak çay eşliğindeki bu nafakayla işe devam ederdi. Bütün bir Türklük âleminin gelmiş geçmiş şair ve yazarları ile yaşayan kalem erbabını aynı sayfalarda toplamak; bir anlamda Türk dünyasını bir araya getirmek, bütünlemek demekti. O, bu çalışmaya bir tapu senedi, bir millî hafıza ambarı gözüyle bakıyordu. Bu sebepten olsa gerek Müjgân abla bu ansiklopediye fazlaca ehemmiyet veriyor, olanca gücünü ve zamanını bu uğurda harcıyordu. Geçmiş asırların adı bilinen bilinmeyen edipleri ile namı duyulmamış mahallî yazar ve şairler devasa bir yekûn tutmaktaydı. Sadece isimlerin tespiti bile başlı başına bir işti. İlk ağızlarda hevesli görünen proje elemanları zaman içinde birer birer çekildiklerinden çalışma üç beş gönüllünün sırtında kalmıştı. Hiçbir maddi karşılık talep etmeksizin yükün aslan payını Müjgân abla üstlenmişti. Uzun ve meşakkatli mesailer sonunda sekiz ciltlik bu eser onun yenilmez gayretleri neticesinde tamamlanarak okuyucusuyla buluştu.

 

Satırlarımı bitirmeden önce Müjgân ablanın kendi ağzından dinlediğim iki hatırasını nakletmeye çalışacağım : O, kendisini idrak ettiği ilk yılların akabinde bedeni arızalarını fark ederek derin bir elemin içine düşer. Her yağmur yağdığında evdeki büyükler “rahmet yağıyor” derler. Evin yaralı küçüğü bu rahmetten istifade etmesi gerektiğini düşünür. Her yağmur yağdığında evin damının kapısını açar ve yüksek sesle kendisi için Allah’tan şifa diler. Böylesi bir dua faslı esnasında annesine yakalanan küçük Müjgân; büyük bir suç işlemişçesine ağır bir mahcubiyet altında kalır.

 

Bahçelievler’deki Millî Kütüphane proje aşamasındayken Müjgân abla, ilgili bakanlıklardaki pek çok kapıyı çalarak işi ayaklandırmaya çalışır. Bu arada yetkili bir çok insandan randevu alarak görüşmeye gider. Bir görüşme esnasında üst seviyedeki bürokratlardan biri “bu çabanın karşılığında her hâlde bir milletvekilliği ya da bakanlıkta tepelerde bir görev umuyorsun, yoksa sırf kütüphane için kütüphane ümidiyle bu kadar yorulduğuna beni inandıramazsın” der. Bu ölçüde haksız ve küçültücü bir itham, bu cins taraklarda hiç bezi olmayan Müjgan ablayı derinden sarsar.

 

Evet bu münbit iklim; nice alperenler, nice gönül erleri , nice serdengeçtiler yetiştirmeye elverişlidir. Bu kutlu nefeslerden, bu bâcıyân-ı Rûm’lardan biri olan Müjgân ablaya gani gani rahmet niyaz ederek, sözü Yahya kemal’in duygularımıza tercüman olan bir beytiyle bağlayalım :

 

Tekrâr mülaki oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.

 

Belkıs Altuniş Gürsoy

Read 13259 times Last modified on Saturday, 28 February 2015 14:33
Rate this item
(0 votes)